Anadolu Bacıları (Bâciyân-ı Rum)

Anadolu Bacıları (Bâciyân-ı Rum) – Prof. Dr. Mikail Bayram

Bacıyan-ı Rum

 Aşık Paşa-zâde (886/1481) “Târih-i Âli Osman” adlı eserinde Anadolu Selçukluları devrinde Türkmenler arasındaki sosyal zümreleri “Gaziyân-ı Rûm” (Anadolu Gazileri). “Ahiyân-ı Rûm” (Anadolu Ahileri), “Abdalân-ı Rûm” (Anadolu Abdalları), ve “Bâciyân-ı Rûm” (Anadolu Bacıları) diye dörde ayırmıştır.(1) Burada üzerinde duracağımız “Bâciyân-ı Rûm” tabirinden Anadolu Selçukluları zamanında Türkmen erkeklerin mensup olduğu, Ahi Teşkilâtı diye bilinen ve Âşık Paşa-zâde’nin “Ahiyân-ı Rûm”, olarak adlandırdığı teşkilâtın yanında gene Âşık Paşa-zâde’nin “Bâciyân-ı Rûm” diye adlandırdığı, o günün toplumunda Türkmen kadınların kurduğu bir başka teşkilâtın bulunduğu anlaşılmaktadır.


Franz Taeschner

Âşık Paşa-zâde’nin “Bâciyân-ı Rûm” diye adlandırdığı bu zümre üzerinde ilk defa Alman müsteşrik Franz Taeschner durmuştur. Franz Taeschner o günün toplumunda kadınların bir teşkilât kurmuş olmalarını o kadar imkânsız görmüştür ki, bunun bir istinsah hatası veya yanlış anlama sonucu Aşık Paşa- zade tarafından ortaya atılmış olduğunu kabul etmiştir. Ona göre Hâcıyân-ı Rûm” (Anadolu Hacıları) veya “Bahşıyân-ı Rûm” (Anadolu Sihirbazları veya Ruhanîleri) tabirleri(2) bir istinsah hatası sonucu “Bâcıyân-ı Rûm” olarak yazılmış olabilir.

(3) Böyle olunca o devirde Anadolu’da Hacı olmuş Türkmenlerin bir örgüt kurması ve bunlara Hacıyân-ı Rum denmiş olması veya çok eskiden beri Türkler arasında sihirbazlıkla meşgul olan ve kendilerine “Bahşı”(4) denilen kimselerin Anadolu’da faaliyet göstermiş ve bir örgüt oluşturmuş olmaları imkân dahilinde görülmüş oluyor. Z. Velidi Togan da F. Taeschner’in bu iki görüşünden ikincisini benimsemiştir. (5)

İlk defa Fuad Köprülü, Âşık Paşa-zâde’nin “Bâciyân-ı Rûm” diye adlandırdığı zümre hakkında verdiği bilgileri Bektaşî rivayetlerle ve başka kaynaklarla da te’yid ederek F. Taeschner’in öne sürdüğü iddiaların hiçbir suretle vârid olamayacağını ve gerçekten Anadolu Selçukluları devrinde ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Türkmen kadınların mensup oldukları bir teşkilâtın mevcudiyetine dikkatleri çekmiştir.

Ancak Fuad Köprülü bu teşkilâtın mahiyeti ve çalışmaları hakkında açık bir görüş ortaya atmamıştır. Bu ismin üyeleri kadınlardan müteşekkil bir sofi zümresinin (Kadınlara mahsus bir tarikat) adı olabileceği ihtimali üzerinde de durmakla beraber bu konuda daha kuvvetli bir ihtimal olarak da şöyle demektedir: “Acaba Âşık Paşazade Bâciyân-ı Rûm ismi altında uç beyliklerindeki Türkmen kabilelerin müsellah ve cengâver kadınlarını mı kasdediyor? Şimdilik akla en yakın gelen te’vil bu görünüyor”.(7)

Mehmed Fuat Köprülü

Merhum Fuad Köprülü’nün bu incelemesinin üzerinden 70 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen(8) “Bâciyân-ı Rûm” hakkında bugüne kadar hiçbir araştırma yapılamamış ve Fuad Köprülü’nün bu konuda yazdıklarına hiçbir şey ilave edilememiştir.

Osmanlı kronikleri Osmanlı Devleti’nin zuhuru sırasında Türkmen kadınların da uç bölgelerde faaliyet gösterdiklerinden söz ederler. Fakat Anadolu’daki Türkmen kadınların faaliyetleriyle ilgili olarak en fazla bilgi veren yazar, Fuad Köprülü’nün de belirttiği gibi Mağribli bir seyyah olan İbn Battuta’dır. XIV. asır ortalarında yani Orhan Gazi zamanında Anadolu’nun birçok yöresinde Türkmenler arasında bulunmuş ve Türkmen hanımların çeşitli faaliyetlerine şahit olmuştur.(9) Keza Niğdeli Kadı Ahmed 1340 yılında tamamladığı “el-Veledü’ş-Şefik” (10) adlı eserinde Niğde dolaylarında Taptuklu Türkmen dervişlerin hanımlarının faaliyetlerine işarette bulunmuştur.

İleride geniş olarak açıklanacağı üzere Moğollar, Anadolu’yu işgal edip Anadolu Selçukluları Devleti Moğol hakimiyeti altına girince Moğol iktidarı kendi iktidarına karşı direnen Ahi Teşkilâtıyla birlikte Bacı Teşkilâtını da dağıttılar. XIV. asra girildiği zaman bu teşkilât tamamen dağılmış durumdaydı. Bu yüzden gerek İbn Battuta ve gerekse Osmanlı tarihçileri ve diğer yazarlar Anadolu’daki Türkmen kadınların faaliyetlerinden söz ederken Âşık Paşa-zâde hariç Türkmen kadınlara ait bir teşkilâtın varlığından bahsetmemişlerdir. Ancak dağılmış durumda bulunan teşkilâtın üyeleri olan hatunların münferid faaliyetlerine muttalî oldukları anlaşılmaktadır. Âşık Paşa-zâde’nin, muhtemelen mensub olduğu aileden(11) gelen rivayetlerle, Hacı Bektaş (669/1271) zamanında yani Anadolu Selçukluları devrinde Türkmen kadınlara ait bir teşkilâttan haberdar olduğu görülmektedir.(12)

Yukarıda belirtilen kaynaklardan başka meşhur Süryani tarihçi Malatyalı Ebu’l-Ferec Gregory’nin de bir münasebetle bu kadınlar teşkilâtından söz ettiği anlaşılmış bulunuyor. Şöyle ki; İbn Bibi Kösedağ yenilgisinden sonra Kayseri’yi muhasara eden Moğol ordusuna karşı Kayseri’de Ahilerin şehri müdafaa ettiklerini yazmaktadır.(13) Diğer çağdaş bir yazar olan Ebu’l-Ferec ise, Moğolların Kayseri’yi işgal etmelerini Ömer Rıza Doğrul’un tercümesiyle şöyle anlatmaktadır:

“Diğer bir reis, (Moğol reisi) Kayseri’ye gitti. Fakat buranın ahalisi şehri teslim etmek istemediler. Bunun üzerine Tatarların hepsi buraya karşı toplandılar. Şehrin surunu mancınıkla yıktılar ve şehre girerek şahane hazineleri soydular ve şehrin içindeki evleri ve binaları yaktılar. Bunlar, asilzadeleri ve hür kimseleri işkenceye tâbi tutarak bunları bütün servetlerinden mahrum edinceye kadar kılıçlarla dürtüklediler. Daha sonra on binlerce kimseyi öldürdüler ve genç erkekleri ve genç kadınları esir ederek götürdüler”.(14)

Ebu’l-Ferec bu acıklı olayı anlatırken sözlerinin son cümlesinde “Genç erkekler”le Ahileri (Fityan), “Genç kadınlar” sözüyle de Bacıları (Feteyat) kastetmiş olacağını düşündük. Bunun tahkiki için İstanbul Süryani Kilisesi Horepiskopos’u Aziz Günel ile Mardin Süryani Kilisesi Horepiskoposu’na birer mektup yazarak Ebu’l-Ferec Tarihi’nin Süryanicesinde “Genç erkekler” ve “Genç kadınlar” hangi Süryanice kelimelerin karşılıkları olduklarını sorduk(15), her ikisinden aldığımız cevabî mektuptaki açıklamalar yukarıda belirtilen tahminimizi doğruladı, burada pek muhterem Aziz Günel’e ve mektupta ismini zikretmeyen Mardin Süryani Kilisesi yetkilisine teşekkür etmeyi borç sayıyorum.

Bu durum aşağıda nakledilecek olan “Menâkıb-ı Evhadü’d-din-i Kirmânî”de Fatma Bacı hakkında verilen bilgileri değerlendirmemize ve böylece bu güne kadar mahiyeti anlaşılmamış olan Anadolu Bacıları (Bâciyân-ı Rûm) Teşkilâtının mahiyetini aydınlatmamıza imkân vermiş oldu.

Bu, kadınlar arası teşkilâttan ilk olarak bahseden, Bacı Teşkilâtın bilinen ilk lideri Fatma Bacı’nın (Kadın Ana, Hatun Ana, Kadıncık) babası Şeyh Evhadu’d-Dîn Hâmid el-Kirmânî’nin (635/1237) Sivas’taki halifesi Şeyh Şemsü’d-din Ömer et-Tiflisî’nin oğlu olan Muhammed adlı bir zattır. Bu kişi “Menâkıb-ı Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmânî” adlı eserin yazarıdır.(16) Bu kişi eserini kaleme aldığı zaman Fatma Bacı henüz hayatta imiş. Bu şahıs, Evhadu’d-din Hâmid el-Kirmânî’nin müridleri arasında genç kız ve kadınlar ve faaliyetleriyle ilgili olarak bir çok haberler verdiği gibi eserinin bir yerinde Kirmânî’nin halifesi Zeynu’d-din Sadaka’nın Konya’daki zaviyesinde bulunan genç kız ve kadınları “Fakiregân” (Hanım dervişler) olarak anmıştır.(17) Şüphesiz bu kelime Âşık Paşa-zâde’nin ve Türkmenlerin “Bâciyân” (Bacılar) dedikleri zümrenin Farsça adıdır.

Mevlevî yazar Ahmed Eflâkî

Mevlevî yazar Ahmed Eflâkî de eserinin bir yerinde Konya’daki bir kadınlar cemaatından söz etmiştir.(18) Burada bahsi geçen kadınlar cemaatı gene Zeynu’d-din Sadaka’nın mürideleri olmalı. Bu habere göre Şems-i Tebrizî uzaktan bu kadınlar cemaatını görmüş “Onların içinde bir tek nur var o da Mevlânâ’dan kaynaklanıyor” demiş, araştırmışlar, gerçekten de Mevlânâ’nın kızı Melike Hatun’un o kadınlar cemaatı arasına girdiğini görmüşler. Onu hemen o cemaatın arasından alıp getirmişler. Bu haberden Mevlânâ’nın kızının da bir zaman bu Bacılar arasına katıldığı fakat sonraları (Şems-i Tebrizî’nin Konya’ya gelmesinden sonra) onların arasına girmesinin engellendiği anlaşılmaktadır. Mevlânâ Celalü’d-din-i Rumî de Mesnevi’sindeki bir hikayede bu kadınlar cemaatından söz etmiştir.(19)

Bacılar Teşkilâtının mahiyetine ve faaliyetlerine dair en ilginç bilgiyi de Menâkıb-ı Evhadü’d-din-i Kirmânî’de bulduğumuzu burada belirtelim. Durum öyle gösteriyor ki, Anadolu Selçukluları zamanında bu hanımlar arası teşkilât “Fakiregân” diye de anılıyordu. Fakat bu teşkilâta mensup olan genç kız ve kadınlar birbirine “Bacı” diye hitap ettikleri için bu kadın ve kızların meydana getirdikleri teşkilâta daha yaygın olarak “Bâciyân” (Bacılar) dendiği anlaşılmaktadır. Şimdiki bilgilerimizle bu tabiri ilk olarak kullanan da Âşık Paşa-zade’dir.

Ahi Evren’in eserleri ise Ahi Teşkilâtı ile birlikte Bacı Teşkilâtı’nın da fikrî yapısını tesbit etmek için birinci elden kaynak olmaktadır. Ayrıca bu eserlerde Ahi Teşkilâtı’nın nasıl ve hangi maksatlara binâen kurulduğu, teşkilâtın yapısı, devletle Anadolu’daki diğer dinî ve tasavvufî zümrelerle münasebâtı, bu münasebâtın sonucu meydana gelen gelişmeler ve bu gelişmelerin Ahi ve Bacı Teşkilâtı üzerindeki etkileri hakkında önemli bilgiler bulmaktayız.

Konuya girmeden önce şunu belirtelim ki, o devrin resmî tarihçileri devlet yanlısı bir anlayış ve düşünüşte olduklarından devlet ve yöneticilerle mücadele halinde bulunan Türkmenlerin dinî düşünüş ve yaşayışları ile, sürdürdükleri mücadele hakkında hissî, taraf tutucu oldukları için ve hatta onları tezyif ve tahkir etmeyi kendilerine bir görev edindiklerinden verdikleri bilgiler gerçekleri tam ve doğru olarak yansıtmaktan çok uzaktır. Bu tutum ve davranışları eserlerinde açık olarak görülmektedir. Bu tarihçilerin Türkmen ve Babaîlere karşı menfî tutumları eserlerinde o kadar açıktır ki, zaman zaman “Etrâk-ı bî-din” (Dinsiz Türkmenler), “Babaiyân-ı Haricî” (Haricî Babaîler), “Tabtukiyân-ı mubahî” (her kötülüğü mubah sayan Tabtuklular) veya kişi adı zikrederek “Cimri-i lain” (Lanetli Cimri), “Hacı İbrahim-i bî-din” (Dinsiz Hacı İbrahim) gibi sözlerle onlara hakaret etmekten kendilerini alamamışlardır.(20)

Yalnız tarihçiler değil, o devrin olayları, dinî zümreleri ve liderleri hakkında bilgi veren Mevlevî yazarlar da (özellikle Eflâkî Dede) Moğol yanlısı bir siyasî tutum içinde olup(21), Türkmenlere, Türkmen Babalara ve Ahilere karşı olduklarından(22), bu konularda gerçeği yansıtmadıkları gibi büyük ölçüde tahrif etmişlerdir. Bütün bu kaynaklarda Türkmenlerin bu hareketleri Haricî, Batınî, Îbahî, Rafızî ve hatta dinsizlerin devlete karşı isyanları ve birer başıbozuk huruç hareketi olarak nitelendirilmiştir.

Bu hareketleri İran’da Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na karşı isyan eden Hasan Sabbah (518/1124) tarafından yönetilen Bâtınî ve Râfızîlerin paralelinde gösterilmeğe çalışılarak geniş halk kitleleri arasında Türkmenlere karşı kamuoyu oluşturma maksadı güdüldüğü görülmektedir. Bu durumda bir ölçüde devletin resmî yayın organı durumunda olan yukarıda belirtilen tarihî eserlerin devlete karşı isyanların gerçek yönünü yansıtmayacağı ve devlet memuru olan tarihçilerin bu tür isyanlar karşısında tarafsız kalamayacakları meydandadır.

Netice olarak: İbn Bibi, Niğdeli Kadı Ahmed, Kerimü’d-din Mahmud el-Aksarayî, Ebu’l-Ferec, (Gregory), Ebu Bekr b. Zeki gibi belli başlı bu devir tarihçileri ile Mevlânâ, Sultan Veled, Eflâkî ve Sipehsalar (Feridun) gibi Mevlevî yazarların Türkmen ve Babaîlerin sapıklıklarını tarif sadedinde onlara izafe ettikleri sözlerle, onların yaşayış ve âdetleri ile ilgili olarak anlattıkları şeylerin menfî propaganda gayretiyle ortaya atılan iddialar olduğu anlaşılmaktadır. Türkmenler aleyhine sürdürülen bu propagandalar sonraki asırlara da intikal etmiş Baba İlyas ve Baba İshak’ın yalancı bir peygamber olarak ortaya çıktığı. Cimri ve Hacı İbrahim gibi dinî ve siyasî liderlerin birer şarlatan ve maceraperest oldukları genel bir kanaat haline gelmiştir.

“Menakib-i Evhadü’d-din-i Kirmânî’nin yazarı dahi Bâciyân-ı Rûm’un liderlerinden olan Evhadü’d-din’in iki kızından bahsederken, Şam’da yerleşen Anadolu’daki siyasî olaylara karışmayan Emine Hatun’dan övgü ve saygı ile söz ettiği halde, Anadolu’daki siyasî olaylara karıştığı için Fatma Bacı’yı (Fatma Hatun) kötülemekten kendini alamamıştır. Bütün bunlar yöneticilerin devrin yazarları üzerindeki baskılarının ne kadar şiddetli ve yönlendirici olduğunu göstermektedir. Bu durum Anadolu Selçukluları devrindeki Türkmen dinî zümreler ve kurdukları teşkilâtlar üzerinde yapılacak araştırmalarda bu hususun gözden uzak tutulmaması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Prof. Dr. MİKAİL BAYRAM

Selçuk Üniversitesi Fen-Ed. Fak. Tarih Böl. Öğretim Üyesi

KAYNAKÇA:

1- A.g.e. s. 205. Burada Ahi ve Bacı kelimeleri Türkçe. Abdal ve Gazi kelimeleri Arapça olup. Farsça çoğul eki ile çoğul yapılmışlardır

2- “Bahşi” Türkçe veya Moğolca bir kelime olup, burada Hacı kelimesi gibi bu kelime de Farsça çoğul eki ile çoğul kılınmıştır

3- Futuvva, Studien Islamica, V. 294-291.

4- “Bahşi” İslâm’dan önce Türkler arasındaki ruhbanları ifade eder. Arapçası “Murtaz”dır. Kendilerinden bir takım harikuladelikler zuhur eden bu Bahşılar, Bu san’atları ile halkı kendilerine bağlamaktaydılar. Sadrü’d-din Konevî’nin talebelerinden olan Cendli Müeyyedü’d-din’in (700/1300) anlattığına göre, VII (XIII). Asrın başlarında Hitay’dan Muveraü’n-nehr’e gelen bir bahşi, bölgenin müslüman halkı üzerinde de etkili olmuş, meşhur Sofi. Mecdü’d-din-i Bağdadî (613/1216) ve etrafındakiler o Bahşî ile mücadelede acze düşmüşlerdir. Bkz. Nafhatu’r-ruh ve Tuhfetu’l-futuh. Bursa Eski eserler (H. Çelebi kısmı) Kıp. Nr. 1183. yp. 40b-42b.

5- Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 496.

6- Osmanlı İmp Kuruluşu, s. 159-161.

7- Aynı eser, s. 160-161

8- Merhum Fuad Köprülü, Anadolu Bacıları meselesini ortaya attığı zaman “Osm İmp. Kuruluşu” adlı eserini ilk defa 1934 yılında Fransa’da konferans olarak irad etmiştir. 1935 yılında da kitap olarak neşretmiştir. 1959 yılında da Türkçe’ye tercüme edilerek Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır.

9- İbni Battuta Seyahat-nâme’sinin aslı Arapça olup, “er-Rıhle” diye bilinir. Mehmed Şerif tarafından da Türkçe’ye tercüme edilmiş, ve iki cilt halinde (İstanbul 1333-1335) basılmıştır.

10- Bu eserin bilinen tek yazma nüshası. Fatih (Süleymaniye) Ktp. Nr. 4518′de bulunuyor.

11- Aşık Paşa-zâde, Baba İlyas’ın torunu Kırşehirli Aşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin nebiresi olup, 889 (1484)’da vefat etmiştir.

12- Tarih-i Âli Osman, s. 205.

13- el-Evamirü’l-alaiyye, s. 528- 530.

14- Ebu’l-Ferec Tarihi, II. 542.

15- Yukarıda açıklandığı üzere Ahi kelimesi Arapça “Feta”nın karşılığı olup bu kelimenin çoğulu olan “Fityan” da Ahiler demek olur. “Feta”nın müennesi (dişil) “Fetât”, bunun da çoğulu “Feteyât” gelir. Bacı kelimesi Süryanicede de bu kelimeye eş anlamlı bir kelimeyle veya gene Arapça’daki “Uht” (Bacı) kelimesiyle karşılanmış olabileceği düşüncesiyle bu tahmini yürüttük. Arapçayla Süryanice aynı dil ailesinden olmaları bakımından müşterek kelimeler kullanılmış olabileceğini de tahmin ediyorduk. Daha sonra Ebu’l-Ferec’in Ahi ve Feta kelimelerini “Hoye” ile Bacı ve Fetat kelimelerini de “Talyotha” ile karşılamış olduğu anlaşıldı.

16- “Menâkıb-i Şeyh Evhadu’d-din-i Kirmânî” adlı eser, Kirmânî hakkında geniş bir araştırma ile birlikte, Bedi’üz-Zaman Furuzanfer tarafından Nazif Paşa (Süleymaniye) Ktp. Nr. 1199′daki nüshasına dayanarak Tahran’da (1969) yayınlanmıştır. Bir nüshası da Edirne Selimiye Ktp. Nr. 2140′da kayıtlı olan bu eserin Gelibolulu Muhyi’d-din tarafından yapılan tercümesinin bilinen tek nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Ktp. Nr. 2016′dadır. M. C. Şehabettin Tekindağ “Son Osmanlı Karaman Münasebetleri Hakkında Araştırmalar” (Tarih Dergisi, XIII, 17, 47) makalesinde Evhadu’d-din-i Kirmânî’nin Menakıb-nâme’sinin bir nüshasının Karaman Halk Ktp. Nr. 2′de olduğunu haber vermektedir. Bu eserin Kirmânî’nin Menâkıb-nâme’si olmayıp “Hikâyat-i Irâkîyyân” adlı bir eser olduğu tarafımdan tesbit edilmiştir. Bu eseri “Yeki ez Kadimterin Menabi’-i Edebiyat-ı Tasavvufi-i İran” (Maarif, 7/2, s. 138-143) adlı Farsça bir makalede tanıtmış bulunuyoruz.

17- A.g.e., s. 184-185.

18- Eflâkî’de Fâkire kelimesini Hanım Derviş anlamında kullanmıştır. Bkz. Menâkıbü’l-ârifin, II, 873-874.

19- Mesnevî, neşr. Nicholson, Leiden 1933, V, 879-880.

20- el-Evâmirü’1-alâiyye, s. 502, 725-730; Müsâmeretü’l-ahbâr, s. 123-126; el-Veledü’ş-Şefik, yp. 21a, 48b, 108a; Ebu’l-Ferec Tarihi, II, 540; “Selçuk Türkiyesi’ne Dair Bir Kaynak”, Köprülü Armağanı, s. 531-564; Ravzatü’l-küttâb, s. 56. Sonraki asırlarda te’lif edilen eserler de bu ilk kaynaklara dayandığı için Türkmenler hakkındaki yanlış bilgiler genel kanaat haline gelmiştir. Bkz. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 177-180.

21- Krş. Anadolu’da İslamiyet. Darü’l-Fünun. Edebiyat Fak. Meç. II, 79; Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları, Belleten, VII, 452; Şemsü’d-din Mehmed Bey Devrinde Karamanlılar, Tarih Dergisi, XIV, 93-98. Mevlânâ’nın, çevresindekilere Moğolların Anadolu’daki komutanı Baycu Noyan’ın “Veli” olduğunu telkine çalışması, (Bkz. Menâkibü’l-Arifîn, I, 259) Cengiz Han’ı da “Lâhutî” bir kişi olarak anlatması (Bkz. Fîhi mâ fîh Tercümesi, s. 101-102) Mevlânâ ve çevresindekilerin siyâsî anlayış ve tutumlarının ifadesidir.

22- Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ahi Evren ve Ahi Teşkilatları